OCAKSUBAT2025 Zekeriya Şimşek
“İzmir’in Gazoz Tarihi”
“İzmir’in Gazoz Tarihi” Çimentepe İlkokulu’nda öğrenciyken 4. ve 5.sınıfta (1971-1973) kooperatif kolu başkanıydım. Teneffüslerde okul kantininde gevrek-gazoz satardık iki kişi; ödülümüz/yevmiyemiz günlük birer gazoz ile gevrekti. “Gazoz olmak” ne kadar efsane bir deyimse, gazoz içmekte gazının burnumuza kaçmasıyla tadına doyamadığımız bir yazlık sinema ve çay bahçesi eğlence klasiğiydi. Kahvehanelerin ortasında fıskiyeli havuz bulunur ve gazozlar burada soğumaya bırakılırdı, otuz iki dişe keman-trampet çaldırtmak için. İshal olunca gazoz içilirdi. Mahallede gazozuna maçlar yapardık. Gazoz kapakları ile ne çetin rekabetli oyunlar oynardık. Ballıkuyu yolunda “Gazozcu” durağı bile vardı. Bilmem hatırlar mısınız? Son yıllarda marketlerde Niğde Gazozu ile başlayan ve her ilden/ilçeden peydahlanan gazozların etrafımızı sarmasıyla bu konuya dair bir şeyler söylemek/yazmak ihtiyacı duyuyordum ki; A.Tolga Bugakaptan’ın “İzmir’in Gazoz Tarihi” (Sakin Kitap, 2023) adlı araştırma kitabı elime geçince konuyu toparlamak kaçınılmaz oldu… Kavurucu yaz aylarının favori içeceğiydi gazoz. Zamanla adlar, tatlar, kapaklar, renkler, şişe biçimleri, üretim yerleri, dağıtım ve tanıtım yöntemleri değişse de; damaktaki özlem, dilin ucundaki tatlı sızı, gözlerdeki çocuksu arayış hep bir vefa ikliminde var olageldi. Gazoz, Fransızca “gazeuse/gazeux” kökenli; meyve esansı, şeker ve karbondioksit ile yapılan, basınçlı hava ile şişelenen bir gazlı içecek. Babası, bugünde yaşayan Schweppes markasının kurucusu Alman J.Jacob Schweppe (1740-1821). Osmanlı şerbetlerinin Batılı alternatifi diyebiliriz. İzmir’in ilk gazozu, 1894-1895’te Osmanlı Ermenisi Balyozzadeler’den Matyos’a ait. Ve devamında yüzlerce gazoz üreticisi… Kitapta yüz beş gazoza dair bilgiler var. Benim favorim, “Cincibir”dir. Cincibir, sadece İzmir’in değil Türkiye’nin de bilinen gazozuydu. Cincibir markasını hatırlamayan İzmirli yoktur! Fabrikası Mürselpaşa Bulvarı üzerindeydi. Marka, 1990 yılına kadar yaşadı; “Cincibir Tadını İçen Bilir”di. 1970’ler sonrası İzmir’e özellikle Doğu illerimizden göç, her yeni günle birlikte geometrik artış gösterirken şehrin florası kadar faunasını da bizlere ömür. İzmir (Şehir) kültürüyle kırsaldan göç edenlerin kültürlerinin çatışması İzmirlilik kavramını yerle bir etti. Dejenere şehir olduk çıktık, hemşehrilik ve ortak kültür alanı Körfez’den daha çok kirlendi. Muhit dediğimiz “bizim mahalle” aşiret gruplar ya da bunların organize olduğu taşra dernekleri tarafından ele geçirildi; “İzmir çocuğu” gazoz oldu. Yerel yöneticiler (en iyimser ifadeyle çoğunluğu) buna çanak tuttu, adam kayırmacılıkla oluşturulan göçmen il kolonileri; belediye kadrolarını, Kemeraltı esnafını, semt pazaryerlerini kısacası İzmir’in kılcal damarlarını ele geçirirken birbirlerine kapalı kompartımanlardan oluşan “gri İzmir”e hoş geldik… Bu yapı, toplumsal mutabakatı, birbirimize sevgi ve saygıyı yok etti. Ortak aidiyet duygusu yani hemşehrilik bilinci/kültürü zayıflıkça çatırdıyoruz… Desteklediğimiz futbol kulübünden siyasi parti taraftarlığımıza, etnik kimlik aidiyetlerimizden (Yörük, Kürt, Laz, Boşnak…) marjinal (tarikat, cemaat, mezhep, aşiret…) mensubiyetlere kadar yalnızca belirli bir alanda sahip olduğumuz ve yalnızca belirli bir kesimle paylaştığımız “alt (aslında kamufle) kimlik”ler “İzmir toplum hayatı”nın bütününde geçerliği olan “üst kimlik”i önüne kattı ve neredeyse denize döktü, dökecek… Üstüne bir de imar/gecekondu rantı eklenince… “İzmirli olmak” kimliğimiz de gazoz oldu; “İzmir’dekiMardin”, “İzmir’dekiKonya”, “İzmir’dekiUrfa”yız… artık. “Güzel İzmir”imiz nerede? Soru anlamını kaybederken geriye kalan, birkaç güzel kitabın sayfaları arasındadır. Gazoz, post-modern değerlere karşı bir kültürün simgesidir benim için. Basit bir içecekten öte bir düş kilidi, bir bellek, o küçücük kapağın altında yatan kocaman bir dünyadır. Yaşadığımız şehirle kurduğumuz bağ, aidiyet terazimizdir. Anılarımız, geçtiği mekânlar, tekrar yaşama isteği… Çocukken ekmek aldığımız fırın, eriğini çaldığımız komşu bahçedeki ağaç, doğduğumuz ev yerinde mi acaba derken bizi sıcak bir kucak gibi yerli yerinde beklesinler isteğidir tüm bunlar. Kendini güvende hissetme ihtiyacıdır -nostalji yılışıklığı değil- ki, huzur verir ya da huzursuz eder. “Kentsel dönüşüm” adı altında betonlaşan İzmir, ruhumu parça pinçik ediyor. Pencereden baktığımda gördüğüm manzara her gün değişiyor. Geçmişim tuzbuz. Sanki hiç yaşanmamış gibi. Bir bellek noktası olarak sadece caminin minaresi kalmış. Minareyi başlangıç noktası alarak hayalimdeki sokağı/muhitimi canlandırmaya çalışıyorum; “kentsel dönüşüm”e tahammül etme uğraşıma bu defa gazoz destekçim oluyor… Yerel dinamikleri harekete geçirerek şehrimizin yeniden inşası yolculuğunda yaslanacağımız bir değer kıvamında okudum “İzmir’in Gazoz Tarihi”ni. Bendeki etkileşim (tepkileşim mi desem) budur! E.Franklin Frazier’in (1894-1962) deyişiyle “Yıkım Şehrinde” her geçen gün biraz daha gazoz oluyoruz vesselam! Meğer gazoz hayatmış da değerini bil(e)memişiz. (2025’İN ÜLKEMİZ VE BİZİM İÇİN YEPYENİ BAŞLANGIÇLARA YELKEN AÇTIĞIMIZ BİR YIL OLMASI DİLEĞİYLE…)